14 Ekim 2013 Pazartesi

Serdengeçti’nin Said Nursi’ye Bakışı Bağlamında; Milliyetsiz(!) Milliyetçilik

Türk-İslam sentezi fikrinin temel taşlarından birisi de kuşkusuz Serdengeçti’dir. Hemen hemen her sentezci, onun düşüncelerinden etkilenmiştir. Türk-İslam sentezi düşüncesinin kitlelere yayılmasında önemli rolü oldu.

Türkçülüğün her alanda karşısında yer alan bu siyasi-yapay akımın Türk milliyetçileri üzerinde yarattığı etki ne yazık ki Türklük açısından yıkımdır! Bugünkü AKP iktidarını ve milliyetsiz milliyetçilik düşüncesini ortaya çıkarmıştır.

Serdengeçti’nin Türkçülük-Turancılık davasında yargılanmasına karşın Türkçülük ile hiçbir biçimde bir yakınlığı olmamıştır. Hatta Türkçüler’in “Tanrı Türk’ü Korusun” duasına “Tanrı Türk’ü, Allah da Müslümanı korusun” diyerek bir nevi tepki göstererek karşılarında olduğunu belirtmiştir.
Türk Milliyetçileri içerisinde “milliyetsiz Müslüman” anlayışını bilinçaltına sokmuştur.
Onun bu düşüncelerinin en büyük kaynaklarından birisi tüm zamanların harikası(!) olan Said Nursi’dir.
Said Nursi (Kürdi) ile olan yakınlığı ve sevgisi Nurcular tarafından beğeni toplamış, ülkücüler içerisinde de Said Kürdi’ye olan yönelimin uyanmasını sağlamıştır. Daha sonraları kurulacak olan MHP içerisinde de Türkçülüğün tasfiyesine çokça katkısı olmuştur.

Bir-çok kez, Serdengeçti Dergisi’nin sayılarında ona övgü içeren yazı ve şiirler yayınlamıştır. O yüzden Türk Milliyetçiliği yani Türkçülüğün tarihinde Serdengeçti Dergisi asla yer alamaz.
1952 yılının Mart ayında, Serdengeçti’nin 6. sayısında "Said Nur ve Talebeleri" başlıklı yazısı Nurcular tarafından en beğenilen yazılarından birisidir.

Bahtiyar bir ihtiyar var. Etrafı, sekiz yaşından seksen yaşına kadar bütün nesiller tarafından sarılmış. Yaşlar ayrı, başlar ayrı, işler ayrı… Fakat bu ayrılıkta gayrılık yok. Hepsi bir şeye inanmış: Allah’a. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a… Onun ulu Peygamberine… Onun büyük kitabına… Kur’ân henüz yeni nâzil olmuş gibi, herkes aradığını bulmuş gibi bir hal var onlarda. Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini âdetâ Asr-ı Saadette hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur… Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz birşeye bağlanmak; her yerde hâzır, nâzır olana, Âlemlerin Yaratıcısına bağlanmak, o yolda yürümek, o yolun kara sevdalısı olmak… Evet, ne büyük saadet!

Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar. Gün görmüş bir ihtiyar. Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir, büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış. Yalnız bir adam var; o ayakta… Şark yaylâlarından, güneşin doğduğu yerden İstanbul’a kadar gelen bir adam. İmanı, sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş. Allah demiş, Peygamber demiş, başka bir şey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş. Kayalar gibi çetin, müthiş bir irade. Şimşekler gibi bir zekâ. İşte Said Nur! Divan-ı harpler, mahkemeler, ihtilâller, inkılâplar, onun için kurulan idam sehpaları, sürgünler, bu müthiş adamı, bu mâneviyat adamını yolundan çevirememiş. O, bunlara imanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş. Kur’ân-ı Kerîmde “İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz” (Âl-i İmran sûresi, âyet 139)buyuruluyor. Bu Allah kelâmı, sanki Said Nur’da tecellî etmiş.

Mahkemelerdeki müdafaalarını okuduk. Bu müdafaalar bir nefs müdafaası değildir, büyük bir dâvânın müdafaasıdır. Celâdet, cesaret, zekâ eseri, şaheseri…

Niçin Sokrat bu kadar büyüktür? Bir fikir uğruna hayatı hakîr gördüğü için değil mi? Said Nur en az bir Sokrat’tır; fakat İslâm düşmanları tarafından bir mürteci, bir softa diye takdim olundu. Onlara göre büyük olabilmek için ecnebî olmak gerek! O, mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Mahkûmken bile hükmediyordu. O, hapishanelerden hapishanelere atıldı. Hapishaneler, zindanlar onun sayesinde medrese-i Yusufiye oldu. Said Nur zindanları nur, gönülleri nur eyledi. Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları, bu iman âbidesinin karşısında eridiler, sanki yeniden yaratıldılar. Hepsi halim-selim mü’minler haline, hayırlı vatandaşlar haline geldiler. Sizin hangi mektepleriniz, hangi terbiye sistemleriniz bunu yapabildi, yapabilir?
Onu diyar diyar sürdüler. Her sürgün yeri, onun öz vatanı oldu. Nereye gitse, nereye sürülse, etrafı saf, temiz mü’minler tarafından sarılıyordu. Kanunlar, yasaklar, polisler, jandarmalar, kalın hapishane duvarları, onu mü’min kardeşlerinden bir an bile ayıramadı. Büyük mürşidin, talebeleriyle arasına yığılan bu maddî kesafetler, din, aşk, iman sayesinde letafetler haline geldiler. Kör kuvvetin, ölü maddenin bu tahdit ve tehditleri, ruh âleminin ummanlarında büyük dalgalar meydana getirdi. Bu dalgalar, köy odalarından başlayarak, yer yer her tarafı sardı, üniversitelerin kapılarına kadar dayandı.

Yıllardır mukaddesatları çiğnenmiş vatan çocukları, mahvedilen nesiller, imana susayanlar, onun yoluna, onun nuruna koştular. Üstadın Nur Risaleleri elden ele, dilden dile, ilden ile ulaştı, dolaştı. Genç-ihtiyar, cahil-münevver, sekizinden seksenine kadar herkes ondan bir şey aldı, onun nuruyla nurlandı. Her talebe, bir makine, bir matbaa oldu. İman, tekniğe meydan okudu. Nur Risaleleri binlerce defa yazıldı, teksir edildi.
Gözlerinin nuru sönmüş, iç âlemlerinin ışığı sönmüş, harabeye dönmüş olan körler, bu nurdan, bu ışıktan korktular. Bu aziz adamı, dillerden hiç eksik etmedikleri “İnkılâba, lâikliğe aykırı hareket ediyor” diye, tekrar tekrar mahkemeye verdiler, tekrar tekrar hapishanelere attılar. Kaç kere zehirlemek istediler. Ona zehirler panzehir oldu, zindanlar dershane… Onun nuru, Kur’ân’ın nuru, Allah’ın nuru vatan sınırlarını da aştı. Bütün âlem-i İslâmı dolaştı. Şimdi Türkiye’de, her teşekkülün, vatanını seven herkesin, önünde hürmetle durması lâzım gelen bir kuvvet vardır: Said Nur ve talebeleri. Bunların derneği yoktur, lokali yoktur, yeri yoktur, yurdu yoktur, partisi, patırdısı, nutku, alâyişi, nümayişi yoktur. Bu, bilinmezlerin, ermişlerin, kendini büyük bir dâvâya vermişlerin şuurlu, imanlı, inançlı kalabalığıdır.

Osman Yüksel, Atatürk’e “decal” diyen, pek de güzel Kürtçülük yapmış, bağımsız Kürdistan sevdalısı, İngiliz işbirlikçisi Said Nursi’ye yukardaki satırlarla övgüler dizmiştir. Ve buna karşın birilerince “büyük Türk milliyetçisi” olarak anılıyor halen!

Türk Milliyetçileri üzerinde bilinç yitimi oluşturacak bu zararlı herife aşırı derecede saplanmıştır Serdengeçti
Dergisinin Ağustos 1952 tarihli 17. sayısında Said Nursi için şu şiirini yayınlıyordu kapaktan;

"Said Nursi yirminci asır karanlığını delerken!.

Çık nerdesin zuhur et, biz seni bekliyoruz...

Yıllardır yollarında yorgun emekliyoruz!

Musa ol! Hakka yüksel, tecelli et Tûr'a..

Zulmet yıkılsın gitsin, cihan garkolsun Nura!..
" diyordu…
Serdengeçti, bunlarla da kalmaz, zamanın harikası(!) Said Nursi hakkındaki bir rüyasını da şöyle anlatır:
O gece bir rüya görüyorum: Geniş yeşil bir meydan. Meydanda binlerce, on binlerce insan. Bu insanlar hem genişliğine, hem derinliğine meydana yayılmışlar. Omuz omuza göklere kadar yükselmişler. O onun omuzuna basmış, o onun omzuna.. Böylece bu muazzam insan yığınından âdeta koskoca bir dağ meydana gelmiş... Bu insanların en yükseğinde de Said Nursî Hazretleri... Sanki minarenin alemi gibi... Sanki kâinata Allah'ın varlığını, birliğini işaret eder gibi, bir heybetle duruyor. Ben karşıdayım. Beni gördü. Gülümseyerek iki eliyle selâm verdi. Selâmını aldım. Başı göklere değiyordu. Saçları rüzgârlara karışmıştı. Bütün insanlar ayaklarının altında idi... Omuz omuza vererek onun dünyadaki mesnetleri haline gelmişlerdi. Rüyada heyecanlanmışım, uyanıverdim.

Rüyasında peygamber görmüş gibi anlattığı Kürt Milliyetçisi Said, Teali İslam Cemiyeti’nin 16 Eylül 1919’da İkdam Gazetesi’nde yayınladığı bildiride Türk Ulusu’nu Kuvayı Milliye’ye destek vermemeye, hatta onlara karşı savaşım vermeye çağıran bildirinin altına imzasını da çakmıştır!

Türk Ulusu’nun en zayıf noktalarından birisi olan din inancı her dönemde böyle Kürt Said (Nursi) gibi İngiliz işbirlikçilerinin işine fazlaca yaramıştır. Bugün de aynı görevi yerine getiren o ünlü “ağlayan adam” vardır.
Serdengeçti’nin bütün insanların üzerinde gördüğü Said Nursi hakkında Yumni Sezen’in “Dinlerarası Diyalog İhaneti” kitabını öneririm. Bu büyük Müslüman’ın(!) İslam’a ne büyüklükte zarar verdiğini pek açık bir biçimde anlatıyor.

1953 yılında Milliyetçiler Derneği’nin kapatılması ile bilinçsiz bir Türk milliyetçisi kuşak yetişmiştir. Ve bunlar memleketin siyasi kadrolarında da görev almışlardır. 

Tüm bu bilinç yitimine karşın Türkçüler, Türk Milliyetçileri(!)’ne karşın savaşımlarını sürdürmüşlerdir.
Din kisvesine bürünmüş “Selamün Aleyküm” milliyetçileri, Cumhuriyet ile birlikte yayılma fırsatı bulan Türkçülüğü temelinden sarsmışlardır. Türkçülüğe en büyük seti bunlar çekmişlerdir. 

Önce CMKP, sonra Milliyetçi Hareket Partisi olan kurumda bulunan Türkçüler’i de bir biçimde tasfiye etmişlerdir. Bu konuda en bilinen olayı rahmetli Hablemitoğlu yazmıştır.

CKMP döneminde, Türk millliyetçilerini iğfal amacıyla ortaya atılan Türk-İslâm sentezi gibi temelsiz, yapay, saçma ideolojiye karşı çıktığım, okulumda Ötüken dergisini sattırdığım için ‘Atsızcı’ suçlamasıyla bu partiden ihraç edildim.” (“Organize Suçlar ve Fethullahçılar” adlı yazısından…)

Türk-İslam sentezci kesime “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” sloganını kazandıran da Serdengeçti’dir. Din kardeşliğinin bir insanı nasıl uyuşturduğunun en belirgin örneğini Serdengeçti’de görebiliriz. İngiliz işbirlikçisi Said Kürdi’ye olan yoğun sevgisi buna en büyük kanıttır.


Türkçü gençler Serdengeçti hakkındaki izlenimlerini çoktan oluşturmuşlardır. Serdengeçti’den “milliyetçi” diye söz edildiği zaman ne söyleyeceklerini iyi biliyorlar!

Burkay Kılavuz

Sayı:7 Ekim 2013/Ulukayın Dergisi


Ek: 
Yukarıda yazdıklarıma rağmen, Serdengeçti'yi savunan ülkücüler için aşağıdaki gazete küpürlerini paylaşıyorum.