Hepimiz atalarımızın savaşçı olmasıyla övünürüz, bundan
kıvanç duyarız. Bu övünmek milli bir hız, milli bir heyecan yaratır
yüreklerimizde. Gel gelelim ciğerleri katranlaşmış, tükenmiş bir kuşak ile
karşı karşıyayız.
Sigaraya başlama yaşının çok küçük yaşlara düştüğü
ülkemizde gençlerimizi çok büyük tehlikeler beklemektedir. Sigara bağımlılığını
alkol ve uyuşturucu izlemektedir.
Trabzon Halk Sağlığı İl Müdürü Dr. Köksal
Hamzaoğlu’nun geçtiğimiz aylarda yaptığı bir açıklama bu konuda yapılan
araştırmaların sonuçlarının ne derece ciddi olduğunu gözler önüne seriyor:
“Madde bağımlılığına başlama yaşı sigara için 10,
alkol için 11, uyuşturucu için 12’dir. 9 ile 17 yaş arası gençlerimizin yüzde
16’sı sigara, yüzde 11’i alkol, yüzde 2,9’u uyuşturucu kullanmaktadır. Dünyada
yaklaşık 184 milyon kişi uyuşturucu bağımlısıdır. Cinayet, boşanma, hırsızlık,
intihar, trafik kazaları gibi suçların yüzde 80 sebebi alkoldür. Türkiye
sigaraya bağlı hastalıkların tedavisi için her yıl 8,5 milyar dolar
harcamaktadır. Ülkemizde her yıl 200 bin kişi, dünyada her 13 saniyede 1 kişi
sigara sebebiyle ölmektedir.”
Hepimizin iyi bildiği şu sözleri hatırlarsınız:
“Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur” der Atatürk.
Bu konuda Nihal Atsız da “Türk milletinin yaşaması
isteniyorsa önce ele alınacak konu onun sağlığını sağlamaktır.” der ve devam
eder: “Sağlık konusu yalnız iyi beslenme, güneşten faydalanma, beden hareketi
yapma meselesi değildir... Türlü kanser ve cinnetlere sebep olan fabrika ve
kalorifer dumanları, egzoz gazları, tütün, ağır alkollü içkiler gibi ırkı
tahrip edici faktörlerin mutlaka önüne geçilmelidir.”
Türkiye’de gençleri spora yönlendirme konusu ne
yazık ki eksik kalmaktadır. Anne ve babaların bu konuda çocuklarına desteği son
derece önemlidir. Sadece teşvikler yeterli değildir. Uygun ortamı yaratmak da önemlidir.
*
Savaşçı
bir millet olmanın gereğini yerine getiriyor muyuz?
Japonların Karate’si, Çinlilerin Kungfu’su,
Taylandlıların Muay Thay’ı, Korelilerin Teakvondo’su dünyada kabul gören savaş sanatları arasında yer
alırken biz Türklere ait olan ne var?
Kendi ata sporumuz olan güreşe bile yeterince sahip
çıkamıyoruz! Peki bizim ata sporumuz yalnızca güreş mi? Ki güreş ağır idman
gerektiren bir daldır. Herkesin yapabilmesi günlük yaşamımız dikkate
alındığında pek mümkün görünmüyor.
Tüm evrene savaşmayı öğreten Türkler’in neden
kendilerine özgü bir savaş sanatı yoktur? Elbette vardır. Yukarıda saydığım
milletlere, çok eski zamanlarda, dövüş sporlarının Türkler’den geçtiğini
düşünüyorum.
“Osmanlı Tokadı” diye bildiğimiz silahsız savunma ve
saldırı sanatı Türkler’e özgü dövüş sporlarından sadece birisidir. Kendine ait
felsefesi vardır. Örneğin Osmanlı Türkleri’nde bir kavgada taraflar asla
birbirine yumrukla müdahale etmezlerdi. Yüzde kalıcı zarar bıraktığı için
yumrukla saldırmak son aşamaya bırakılırdı. Yumrukla ilk saldıran ayıplanırdı.
Temeli çok eski tarihlere inen Türk savaş sanatları
hakkında konunun uzmanları büyük bir çalışma yapmalıdır. Eller ve tekmelerin
kullanıldığı, güreşin de içine katıldığı milli bir savunma ve saldırı sanatı
geliştirilmeli, Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından da desteklenmelidir.
Bugün “Kickboks” diye bildiğimiz en çok bilinen
dövüş sporu bile, kendine özgü bir temeli olmayan spor dalıdır. Çeşitli
dallardaki (Karate, Thai Boks (Tayland Boksu) ve batı boksu) savaş sanatlarının
karışımı olarak 1960’lı yıllarda ortaya çıkmıştır.
Peki
şuan için biz ne yapmalıyız?
Ülkemizdeki var olan spor dallarında kendimizi
geliştirerek her kaynaktan yararlanmalıyız. Bir gün kendi dallarında uzmanlaşan
Türk sporcuların bir araya geleceği, milli bir dövüş sanatı yaratmak için beyin
fırtınası yapacağı günleri görebilmek, şimdiden bir adım atmakla olur ancak.
Türk savaş sanatları hakkında ayrıntılı olarak inceleme yapacağımız yazıları
öbür sayılara bırakıyoruz.
Türk gençliği, dimağını sağlam tutması gerektiği
gibi bileğini de sağlam tutması gerekir. Ne tür bir savaşım içinde olduğumuzu
Türkçüler çok iyi biliyorlar. Bu yüzden savaş sanatlarına Türkçü gençlerin
özellikle eğilmelerini istiyorum.
Burkay Kılavuz
Ulukayın Dergisi/Sayı 3-4 2013