10 Nisan 2013 Çarşamba

DİNDAR(!) İHANET YAYINLARI

Geçenlerde ilk sayısına rastladığım “Sancaktar” isimli haftalık dergiden bahsedeceğim.
Hürriyet, Adalet, İttihad-ı İslam” düsturuyla yayına başladı Sancaktar.
Bu tür yayınlara para vermem. Kendimize ait gazete bayiimiz olduğu için bu tür dergileri ve gazeteleri inceleme fırsatım oluyor.

Ana sayfada dikkatimi çeken “Kemalizm’e TAM OLARAK nasıl bakmalıyız?” başlığı oldu. Ve soluksuz okudum. Kalp atımlarımın seyrini bozduğu itiraf etmeliyim.
Yazı hiç de alakası olmadığı hâlde Kelime-i Şahadet getirerek başlıyordu.
“Atatürk ilke ve inkılâpları”,”Atatürkçülük” ve “Kemalizm” derken doğrudan doğruya Türklüğe ve Türkçülüğe saldırıldığı pek açıktı.

Yazının baştan sona saçmalıklarla dolu olması, beyni sulanmış bir kimsenin kaleminden çıktığını apaçık ortaya koyuyordu.

SANCAKTAR:
“Bir lidere yücelik atfederek onun heykellerini dikmek ve o heykellerin önünde saygı duruşunda bulunmak, Mekke müşriklerinin putperestliğini hatırlatıyor.”

Dünyanın neresine giderseniz gidin Türklerin hiçbir zaman put ve benzeri şeyleri ilah olarak kabul etmediğini görürsünüz. Tarih boyunca da Türkleri diğer milletlerden farklı kılan bu özelliği herkesçe malûmdur. Atatürk Türk Milleti için önemli bir şahsiyettir. Bir başbuğdur! Yok olmanın eşiğine gelmiş Anadolu Türklüğü O’na güvenmiş, O’na canını teslim etmiş ve O’nun önderliğinde bağımsızlık savaşı vermiştir. O karanlık ve esaret yıllarında Tanrı tarafından Türklere gönderilmiştir Bozkurttur!
Atatürk’ün heykeli önünde durarak, O’na selam vermekle, saygı göstermekle hiçbir Türk’ün dini inancı sarsılmaz!

SANCAKTAR:
“…Şirk deyince: Cumhuriyetin resmi şairlerinden birçoğu, cumhuriyet ideolojisini yeni bir din ve Mustafa Kemal’i de hâşâ peygamber ve hatta tanrı ilan ettiler; “Kâbe Arabın olsun, bize Çankaya yeter”, “ Atatürk’e Mevlit”, “ Atatürk Ekber” gibi iğrenç şiirler yazdılar. Mustafa Kemal bu tür şiirlerin yazılmasını engellemedi. Zaten ilk heykelini de bizzat kendisi diktirdi. Kendisine kutsiyet atfedilmesinden hoşnuttu.”

Osmanlı Devleti’nde Türk’ün “'Türk-ü sütürk' (Azgın Türk), 'Türk- bed lika' (Çirkin Yüzlü Türk), 'Etrak-ı bi idrak' (Anlayışsız, Akılsız Türk), 'Nadan Türk' (Kaba, Cahil Türk), 'Eşirra-Etrük' (Şerli Çok Kötü Türk), Kızılbaş-ı evbaş ( Kızılbaş Rezili), Etrak-i na-pak (Pis, Murdar Türk) “ diye aşağılandığı bir dönemden, Türk’e Türk olduğu için değer verilen bir cumhuriyet süreci Atatürk ile başlamıştı. Haliyle bu dönemin söylemleri ve uygulamaları bu ezilmişliğin ve aşağılanmışlığın bir dışa vurumudur. Atatürk’e övgü konusunda bazen aşırıya kaçıldığı söylemler var fakat asla günahkârlık değildir! Atatürk kendisine kutsiyet atfedilmesinden ve övülmesinden hiçbir zaman hoşnut olmadı. O’nun şu sözleri kutsiyetin neyde gizli olduğunu pek açık anlatıyor:

“Bana, insanlar üstünde bir doğuş yüklemeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmemdir.”
"Bu ulusu ben değil içimizdeki ruh, damarımızdaki kan kurtarmıştır."
“Hayattaki yegâne üstünlüğüm, Türk doğmaktır! “
“Eğer bende bazı fevkaladelikler görüyor, buluyorsanız bunları sadece ve yalnız Türk olmama, Türklüğüme bağlayınız.”

Bu ülkede kendisine kutsiyet atfedenler esasında din altında kendini ermiş kişi gösteren ruh hastalarıdır. Misal mi istiyorsunuz? İşte,

“(Halil Çınar Anlatıyor)…Rus'tan gelen kurşunlar, Bediüzzaman'ın aziz vücuduna isabet ettiği halde, kendisine hiç tesir etmiyordu. Aynı zamanda elini kaputunun cebine atarak, Rus kurşunlarını cebinden çıkararak, Müslüman askerlere gösteriyordu. Vücuduna değmeyen kurşunları askerlere gösterirken, şöyle diyordu: "Bu kurşunlar bihakkın Müslüman olanlara tesir etmez."
(Necmettin Şahiner, Son Şahitler, http://www.risalehaber.com/news_print.php?id=81267)

Menemen Olayı sırasında kendisine kurşun işlemediğini söyleyen mehdinin durumu da malumunuzdur!

SANCAKTAR:
“CHP’li despotlar Mustafa Kemal’e Atatürk ismini verdiler diye biz kendisini bu isimle anmak zorunda değiliz. “Atatürk” demek Türk’ün atası demek. O ismi canı gönülden telaffuz eden bir Türk, cumhuriyetin ilanını Türk tarihinin miladı olarak kabul etmiş olur. Türk’ün varlığını “Atatürk İlke ve İnkılapları” denilen müktesebatla(Elde edilmiş olanlarla) kaim(baki) olarak gördüğünü ifade etmiş olur. İslami geçmişten kopmakta bir mahzur görmediğini beyan etmiş olur. Nitekim kendilerini “Atatürkçü” yahut “Kemalist” olarak tanımlayanlar genellikle cumhuriyet öncesini reddeder, ondan tiksintiyle bahseder, İslamiyet’le şu veya bu sorunlarını faş etmekten de geri durmazlar. İslamiyet’le sorunlu olmak işin tabiatında var.”

Sanırsınız ki Türklük aşkıyla yanan bir Türk milliyetçisi bu satırları yazıyor(!). Nasıl da gözlerimiz yaşardı. Demek Türk’ün varlığı cumhuriyetten önceye dayanıyormuş(!).
Savaşlarda başarı göstermiş kimselere ad verme geleneği çok eski bir Türk âdetidir. Atatürk’e bu ad, anasının ak sütü gibi helâldir. Nihal Atsız’ın dediği gibi,
"Şunu da unutmamalı ki; O Sakarya ve Dumlupınar Meydan Savaşları'nı kazanmış bir kumandan, mahvoldu sanılan bir milleti kalkındıran devlet adamıydı. Tehlike anlarında ülkesini bırakıp gitmiş ve unvanını durup dururken almış değildi.''

Osmanlı döneminde medreselerde okutulan tarih derslerinde, Türklerin İslamiyet öncesi tarihine kesinlikle değinilmemekte, hatta Selçuklular dahi ayrıntısına inilmeden Osmanlı tarihine geçilmekteydi. Türklerin çok büyük medeniyet sahibi bir uygarlık olduğunu bilen Atatürk, bu konudaki eksiklikleri gidermek adına ilmi çalışmaların yapılması için çokça emek sarf etmiştir.
Yukarıdaki satırlarda Türklüğü savunur gibi görünüp Atatürk’e saldıran zavallı, İslam öncesi şanlı Hun, Göktürk, Uygur, Hazar tarihlerini Türk tarihine dâhil olarak kabul ediyor mu yoksa Türklüğü savunur gibi gözüktüğü maskesi burada düşüyor mu?

SANCAKTAR:
“Mustafa Kemal, İslamiyet’le çözemediği sorunları olan bir Frenk mukalliti (Batı taklitçisi) idi.”
Atatürk, Türk toplumunun dini sorunlarını çözmeye son derece gayretli birisiydi. Hacı-hoca takımının halkı aldatmasından, kandırmasından bıkmış birisi olarak Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesi hususunda oldukça fazla çaba sarf etti.

Ezbercilikten ziyade anlamaya yönelik bir din eğitimi çıkarcıların ve fesatçıların işine gelmez!
Atatürk’ü batılı diye sanık sandalyesine oturtanlar doğunun sefilliği içinde boğulmuş fikir fukaralarıdır. Atatürk’ün batılılaşmaktan neyi kastettiği açıkça ortadadır. Bu konuda etkisinde kaldığı Ziya Gökalp 1922’de şöyle bir yazı yazar:
“Kabul etmediğimiz takdirde Batı devletlerinin esiri olacağız. Batı Medeniyetine hâkim olmak yahut batı devletlerine mahkûm olmak, bu iki şıktan birini kabul mecburiyetindeyiz. Bugün artık şu hakikat anlaşılmıştı: Avrupa’ya karşı hürriyetimizi ve istiklalimizi müdafaa
edebilmek için Avrupa Medeniyetini iğtinam etmemiz lazımdır. Avrupa medeniyeti müspet ilimlerden ve sınaî tekniklerden, içtimaî teşkilatlardan ibarettir.”

Atatürk’ün “Batılıların nelerini milletiniz için almak istersiniz?” diye soran yabancı bir gazeteciye cevabı son derece önemlidir:
“ Biz batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz.”

SANCAKTAR:
“Mustafa Kemal de İngilizlerle ilk temaslarından sonra Enver Paşa’ya yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:
- “İngilizlerle anlaştığımız takdirde İslam dünyasının hiçbir yerinde İngilizler aleyhinde tezviratta bulunmayacağınızı taahhüt edin.” Bu cümle, kurulacak olan yeni devletin psikolojik sınırlarını da ortaya koyuyordu. İslam dünyası ile ilgili davalardan vazgeçilecek, dünya sisteminin lordları zinhar rahatsız edilmeyecek, ne surette olursa olsun onların yoluna çıkılmayacak ve bu sayede cumhuriyet payidar olacak!
Binaenaleyh, “Kemalist” rejimi benimsediğimiz anda emperyalistler tarafından haddimizin bildirildiğini kabul ve onların tayin ettiği haddi aşmayacağımızı taahhüt etmiş oluruz. “Atatürkçülük” veya “Kemalizm”in anti emperyalistliği yalandır.”

Kendisi meçhul bir mektuptan yola çıkılarak Atatürk’ün İngilizlerle anlaştığına kadar lafı getirmişler. Bu konuda biz ne söylersek söyleyelim bir yabancının söylediği sözlerdeki gerçeklik kadar tarafsız olamayız. O vakit sözü onlara bırakalım.

Bakın İngiliz tarihçi Geoffrey Lewis’in “Modern Türkiye” adlı eserinde ne diyor:
“…(Çanakkale’de) İngiliz çıkarmalarını önleyen ve Yarımada’yı boşaltmalarını sağlayan (başlıca etken), her şeyden daha çok onun liderliği oldu. İstanbul’u kurtaran bu harekât, onu bir millî kahraman yaptı… Artık Paşa olan Mustafa Kemal, daha sonra Kafkaslar’a gönderildi… Ağustos 1916’da, Bitlis ve Muş’u Ruslardan geri aldı. Ağustos 1918’de, Suriye’ye gönderildi… (Orada) yenilgiye uğramış olan Türk askeri için, O, sadece bir kahraman değil; İngilizleri Çanakkale’den fırlatıp atan ve Suriye’de avlarından mahrum bırakan adam olarak, tek kahramandı…”

1921'de General Harrington’un, İngiliz makamlarına yazdığı bir yazı Atatürk’ün İngilizlere karşı verdiği mücadelenin en saf ispatıdır:
"Mustafa Kemal tamamen haşindir. Bizim içerde ve dışarıdaki güçlerimizi iyi bilmektedir. Tarafsızlığımıza inanmamaktadır. Yunanlıları yine yeneceğinden ve daha sonra da bizi buralardan kovacağından emin gibidir." (Kaynak: Mustafa Kemal ATATÜRK-Dr.Hüseyin AĞCA)

SANCAKTAR:
“…Türkiye Cumhuriyeti’nin en trajik sayfalarını bizzat Mustafa Kemal yazdı ve bizzat yazmadıklarına da ilham kaynağı oldu. Şeyh Said liderliğindeki İslami içerikli Kürt Ayaklanması ile Dersim İsyanı’nı kaçınılmaz kılan uygulamalar, o ayaklanmaları bastırmak adına çoluk çocuğun dahi hunharca katliamdan geçirilmesi, Mustafa Kemal’in otoritesi altında gerçekleşmiştir.
PKK’yı doğuran şartlar(akıl almaz zulümler) ve 30 yıldır neredeyse hiç durmadan akan kanda “Atatürkçü” yahut “Kemalist” taassuptan kaynaklanıyor.”

Şeyh Said’in çıkardığı ayaklanma uygulamalardan veya baskılardan dolayı değil, Türk devletinin bir vatandaşı olmak yerine İngilizlerin uşaklığında Kürdistan kurma sevdasıyla çıkarılmış bir isyandır.
Taşnak örgütünün desteğini alan, Hoybun örgütünün lider kadrosundan olan Baytar Nuri’nin çıkardığı ayaklanmayı(Tunceli) haklı bulmanız, içinde bulunduğunuz ihanetin vahimliğini gösteriyor!
PKK’yı doğuran şartlar tabiatın bağrında yeşermiş doğal bir isyan değil, Batının kucağında beslenmiş ve yeşermiş bir yapay davadır.

Zaten bunları idrak edebilecek kafanız olsaydı, yukarıdaki saçmalıklarınızı okuyor olmazdık! Türkiye, din adı altında yayın yapan hain sayfalara alışıktır.
İslami ad altında bir ihanet yayını daha: Sancaktar!
Tüm sömürgecilere ve yerli işbirlikçilerine kutlu olsun! Cepheye taze kan geldi!


Burkay Kılavuz

Ulukayın Dergisi Sayı:1 Nisan 2013