10 Şubat 2010 Çarşamba

Nihal Atsız Sancısı

Nihal Atsız karakteri ve hayata karşı duruşu ile tüm insanlığa, adamlığa örnek bir şahsiyettir. Tabiî ki de böyle bir şahsiyetin Türkçü bir fikre sahip olması ve verdiği mücadele Türklüğe hazımsızlık duyanları rahatsız etmektedir. Bundan dolayı Atatürk için uygulanan şahısperestlik derecesinde sahiplenerek toplumdan soğutma girişimi, Atsız için de uygulanan bir yol olmuştur.

Gün geliyor eleştirilmez birisi oluyor, gün geliyor faşist, hattâ Hitler perçemli oluyor. Sonra aklı yarımın biri çıkıp Atsız Bey’e dönme diyor. Ve daha birçok yakıştırılan olmadık şeyler duyuyoruz. Ve bunların hepsinin şu ana kadar bir başlıkta toplanamaması, Atsız Bey’e kasıtlı bir saldırının yapıldığının açıkça belirtisi oluyor.

Oysa ki O, tam bir Türk gibi Türk’e yaraşır şekilde yaşamış, mütevazı bir insandı. Türklüğü ile her zaman övünen ve gelişmesi, ilerlemesi için bir şeyler üreten dâva adamı idi. Anlaşılmasına müsaade edilmedi. Çünkü Türklük, ortaya koyduğu millî fikirler ile hem ilerleyecek, hem de gelişecekti. Fakat bu birilerinin işine gelmedi. Ve tüm olmadık iftiraları ceplerine doldurarak Atsız’a karşı bir cephe oluşturdular. Bu cephede her fikirden insan var. Hattâ milliyetçilik kisvesine bürünmüşler de var.

Atsız’a çok yönden haksızca saldırdılar. Hâlbuki onun iç dünyasını anlamak hiç de zor değildi ama, anlamak istemeyenler gibi bunların yarattığı ön yargıdan etkilenen bir toplum var. Albert Einstein’ın dediği gibi “Bir ön yargıyı yıkmak atomu parçalamaktan daha zordur.

Bu ülkede başını dönmelerin çektiği bir Nihâl Atsız sancısı var. Ama normaldir. Çünkü, Nihâl Atsız bütün zamanını Türk tarihinin içinde geçirmiş; bu uğurda birçok şeylerden vazgeçmiş; Türklüğe hizmet için fikirler üretmiş çok yönlü bir şahsiyettir. Hakkında ne söylenirse söylensin, ne yazılırsa yazılsın, hakikat tektir. Gün gelecek Türk soyluların yönettiği Türk Cumhuriyeti’nde değeri bilinecektir.Yazımı Hüseyin Nihâl Atsız’la tanışma şansına sahip olmuş olan Samsun’daki yerel Halk Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Osman Kara’nın hakkında söylediği birkaç cümle ile bitiriyorum:

Hüseyin Nihâl Atsız, benim hayatımda ve birçok Türk’ün hayatında olduğu gibi belirleyici yönlendirici, yol gösterici olmuştur. Bize bir dâva adamının nasıl olması gerektiğini yaşayarak göstermiştir. Süleymaniye Kütüphanesi’nin bir küçük odasında çile dolduran fikir devi, tarih ve edebiyat âlimiydi. Profesörlerin hocasıydı ama kütüphane memurluğuna mahkûm edilmişti.”

Burkay Kılavuz


Yeni Orkun Dergisi/133.Sayı

Genetik İlmi ve Gerçekdışı Hurafeler

İlerleyen bilim sayesinde insan yaşamına kolaylık katan buluşların, ilerlemelerin yanı sıra bunları gerçek dışı bir kalıba sokmak isteyen ilim cahili insanların yazıları, çığırtkanlıkları canımızı sıkmaktadır. Toplumu bilgi kirliliğine götüren deyişleri son derece zararlıdır. İlerlemek ve gelişmek isteyen her topluluk içinde yaşadığı çağda yalan söyleyip toplumu aldatanlar her zaman olmuştur.
Hızlı bir gelişme gösteren genetik ilmi de bunların ağzına sakız olmuş durumdadır. Anadolu’nun Türklüğünü kendi fikirleri ekseriyetlerince tanımlamaya çalıştıkları yetmezmiş gibi buna kaynak olarak genetik ilmini de göstermektedirler. Oysa Türklüğü Anadolu’dan silmek isteyenlerin bir parçası olan o hem makamına hem de insanlığa yakışmayan ilim (!) adamlarının saçma sapan bilgileri ile karşımıza çıkmaları şaşılacak bir durum değildir.
Anadolu’da Türklerin varlığına hazımsızlık duyanlar hem ilmi hem de ilim dışı yollardan
Türklere karşı soğuk bir savaşın tarafıdırlar.
Misal olarak genetiği ile oynanmış olan bitki tohumlarının ülkemize satılarak ve şuan tohum yasası ile de yasallaşmış durumda olan bir kara bilim yöntemi vardır. Bu kara bilimin amaçlarını, Ümit Sayın hocamızın anlatımıyla, kısaca aktarmak istiyorum:
"•  Bu yiyeceklerde, basit dille anlatmak gerekirse, soyun devamını sağlayan genetik kodlar ortadan kaldırılmıştır, bu bitkiler tohum vermemektedir. Yani bu tohumları her yıl yeniden satın almak gerekmektedir. Böylece Amerika ve İsrail’e bağımlı hale gelmek söz konusudur. Ama ayrıca bir özellikleri daha vardır, bir kez bunlara genetik manipülasyon yapılmışsa, bu manipülasyonun sadece tohum verme yeteneği üzerine yapılıp, yapılmadığı bilinemez. Bilemediğiniz başka pek çok gen de bu bitkilere eklenmiş olabilir, ya da zamanla eklenecektir. Yani bu bitkilerin çoğu normal görünen CANAVAR BİTKİLER olabilir.
•  Bu tohumlar özel olarak bitki örtüsünün yapısını bozmak üzere kodlanmışlardır. Yani bir tarlaya ekildiğinde içerdikleri genetik bilgi sayesinde o bölgedeki bitki örtüsünü yok etmekte ve o bölgedeki diğer bitki örtüsünü belirli böcek türlerine veya mantar türlerine zayıf hale getirmektedirler. Böylece o böcek türlerini ortalığa salan (daha sonra da onları öldürmek için böcek ilaçlarını satan) dev şirketler bir kaç kez kar etmektedirler.
örneğin GOD buğday ekilmiş bir tarlaya, bu sefer DOĞAL BUĞDAY ekmek isterseniz, toprağa karışmış olan genler nedeniyle ekeceğiniz buğday özel mantar ve böcek türlerine zayıf hale getirileceği için ürün almanız mümkün olmayacaktır. Yani bir tarlaya Genetik Olarak Değiştirilmiş tohum ekerseniz bir 50-70 yıl daha başka tohum ekemezsiniz.
Böylece toprağın iç kimyasal ve genetik yapısı değiştirilmektedir. Burada genetik olarak değiştirilmiş yiyecekleri savunanlar, bu ‘canavar bitkilerin’ mikroorganizmalara karşı daha dayanıklı olduklarını ve daha fazla ürün verdiklerini söylemektedirler. Bunun doğru olup olmadığı, bilimsel olarak ispatlanmış olup olmadığı, tartışmalıdır.
•  Bu tohumlar sadece üremesi durdurulmuş tohumlar değildirler. Bunlar aynı zamanda çok kolay farklı genlerle yüklenmiş tohumlardır. Yani bu tohumlardan oluşacak buğdayın, elmanın, portakalın görünümleri (fenotipleri) orijinale benzese de, aynıALlEN filmindeki gibi bunlar’ canavar meyveler veya sebzeler’ olacaktır. Üstelik sizin sindirim sisteminize girecek, karaciğerinizde ve beyninizde depolanacaklardır. Büyümekte olan çocuklarınızın vücutları bu canavar yiyeceklerle dolacaktır. Üstelik bazı etkileri de geri dönüşsüz olabilir.
Genetik olarak işlenmiş tohumların veya bu ‘ canavar-uzayh bitkilerin’ gerçek genotipini saptayacak teknolojik imkânlar Türkiye’de olmadığı için, ne yediğiniz hiç bir zaman sapta-namayacak, ama bu canavar bitki-meyvelerin etkileri yıllar ya da kuşaklar sonra ortaya çıkana kadar meçhul kalacaktır. İşte 2006 yılında Türkiye’yi yönetenler Türk ırkını nasıl yok edebileceklerinin hesabını belki de çok daha önceden Küresel Elitle birlikte yaptıkları için şimdi tüm yasaları geçirmektedirler.
•  Bu tohumlardan oluşacak ve gelişecek bitki örtüsü tamamen ülkeyi kaplayacak ve tüm toprağı işgal edecektir. Bu geri dönüşsüz bir olgudur ve en az 50-70 yıl bu topraklarda başka doğal bir bitki yetiştirmeniz mümkün olmayacaktır. Yani sadece beyniniz, karaciğerleriniz, kaslarınız işgal edilmekle kalmamakta, aynı zamanda da tüm topraklarınız, bitki örtünüz, ormanlarınız işgal edilmektedir.
•  Bu canavar bitkiler hakkında çok az şey bilinmekte, gerçek bilgiler yabancı derin devletlerin gizli laboratuarlarında ve kasalarında saklanmaktadır. Türkiye’de son 30 yılda TÜRK ırkında kısırlık % 30-40 oranında artmıştır. Artık 6 Türk erkeğinden birisi kısırdır. Şu anda Türk ırkının yok edilmesi için zaten pek çok yöntem büyük olasılıkla kullanılmaktadır. Genetik İşlenmiş Tohumun da devreye girmesiyle, Büyük İsrail ve Büyük Kürdistan projeleri için, Türk ırkının kısırlaştırılması projesi tüm hızıyla sürecektir. ‘Türkler Uyuşunda Büyüsün, Kürtler Üresin de Büyüsün’ sözü doğru hale gelmektedir.
•  Türkiye’de Genetik İşlenmiş Tohumun uzun süreli etkilerini araştırabilecek bir merkez veya teknoloji yoktur. Bu konuda ses çıkaran benim gibi ulusalcı, Atatürk milliyetçisi(Ümit Bey Atatürk'ün de ifade ettiği Türk milliyetçiliğini işaret etse daha iyi olurdu), vatansever bilim adamlarını ise üniversitelerden atmaya, haklarında olur olmaz nedenlerle mahkemeler açarak, hayatlarını zorlaştırmaya, mahvetmeye çalışmaktadırlar. Bu konuda halkı aydınlatacak ve gerçekleri ortaya çıkaracak tüm sesler, o demokrasiyi çok seven Batı ülkeleri ve Türk hükümeti tarafından anti-demokratik olarak susturulmakta,
tüm alternatifler ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bu konuda uzun dönemli araştırmalar yapılmadan, bu yiyeceklerin topluma, çocuklarımıza yönelik yaygın kullanılması insanlık suçudur.
Genetik işlenmiş tohumların oluşturacakları canavar bitkiler normal görünmelerine karşın, ne yazık ki içerecekleri ve ruhunuzun bile duymayacağı enzimler, amino asitler ve diğer genetik materyal sayesinde tüm toplumdaki insanların beyninde nörotransmitter düzeyini değiştirebilirler, gelişmekte olan çocuklarda ise nöronal ağın oluşumunu değiştirebilirler. Bu etkilerin çoğu geri dönüşümsüzdür. Bu etkiler ilk başta ortaya çıkmasa da bir kaç kuşakta ortaya çıkabilir. Bu etkilerin sonucunda tüm ırk bir kaç kuşak sonra kısır-laştırılabileceği gibi, depresyon ve zekâ seviyesinde azalma, zekâ geriliği, apati veya başka psikolojik, nörolojik sorunlar da oluşturulabilir.
•  Teknolojinin gelişmesiyle bu canavar bitkilerin içine gelecekte başka ne müdahalelerde bulunulabileceği bilinemez, örneğin salgın bir hastalığa veya virüse karşı bu bitkileri tüketen toplumlar daha dirençsiz hale gelebilir. Zaten Round Table ve CFR’nin almış oldukları kararlara göre, böyle bir biyolojik savaşla dünya nüfusunu tüketmeye Amerikalılar ve Yahudiler karar vermişlerdir.
Son çıkarılan tohum yasası sonucunda, Türkiye’ye sokulacak ve bitki örtümüzü işgal edecek canavar tohumlar ve bitkiler aşağıdaki etkileri yapabileceklerdir:
•  Toplumdaki kısırlık oranını arttırıp 5-6 kuşak sonra Türklerin sayısının azalmasına yol açabileceklerdir.
• Alerji, enfeksiyon, çok çeşitli hastalıklara yakalanma riskini o toplumun genetik yapısına özgü yöntemlerle artırabileceklerdir.
•  O toplumun genetik yapısını değiştirebileceklerdir.
•  Kanser riskini çok artıracaklardır. Bu da yabancı ilaç şirketlerinin işine yarayacaktır.
•  İnsanlardaki zekâ, düşünme, normal psikolojik denge gibi fonksiyonları olumsuz yönde etkileyeceklerdir. Toplumda, genetik bozukluklar, depresyon, psikoz, nörolojik bozuklar, zekâ geriliği veya düşük zekâ, hastalıklara eğilim inanılmaz düzeyde artacaktır. Bu ilk 10 yıl içinde görülmese bile, 30-50 yıl içinde kendini gösterecektir.
•  Türk toplumunu yok etmek ve genetik yapısını bozmak için uzun dönemde etkisi çıkabilecek pek çok kimyasal, aminoasit veya genetik materyal bu şekilde topluma enjekte edilebilecektir.
•  50-100 yıl içinde Türklerin kısırlaştırılması, genetik yapılarına tesir etmek, genetik materyali bu yiyeceklerle tüm topluma yaymak, salgın hastalıklara karşı toplumu ortadan kaldırılabilir hale getirmek mümkün olacaktır.
•  Bu canavar tohumlar ve canavar bitkiler nedeniyle sadece kendi bedeniniz değil, çocuklarınızın, torunlarınızın ve tüm ırkın bedeni ve beyinleri moleküler düzeyde işgal edilmektedir."1
Türk toplumuna ve Türk ırkına daha büyük bir ihanet olamaz.
Gördüğünüz gibi akıllara sokulmaya çalışılan Anadolu’da Türk ırkı diye bir ırk yoktur’ derken birileri, kimileride bayağı ciddi bir şekilde kara bilim yolundan Türklüğü yok etmeye koyulmuş. Bu duruma açıklık getirmek gerekirse aynı kolun bir tarafı toplumu böylelikle afyonlarken diğer kolu da yok etme girişimlerini gizlemiş oluyor.
Peki, sorarım gafillere! Anadolu’da Türk diye bir ırk yok ise bu büyükbaşlar neden böyle ciddi bir soykırıma girişsinler?
Mustafa Kemal Türk milletinin tarihi oluşumunu tarihe not düşerken ırk ve köken birliğini de o maddeler arasına eklemişti. Ve de bu boş bir iddianın ürünü değildi. Tarihi tespitti.
Ve o zaman Anadolu yine mozaiktir diyen hastalıklı fikirlere karşı en etkili cevap iki sefer de ölçülen 40 bin ve 60 bin olarak kayıt düşülen kafatası ölçümü sonuçları olmuştur.
Ve sadece kafatası ölçümleri sonuçları çıkarılmamış yirmiye yakın Türk milletinin özellikleri maddeleşmiştir.
Türklerin masumane duygularını sömürüp kanlarını yurt dışına kaçıranlara tepki gösterildiğinde misal olarak Yılmaz Erdoğan bizim kanlarımızı ne yapsınlar diye diline alay konusu etmişti. Hâlbuki adamlar Yılmaz Erdoğan’ın kendini ifade ettiği Kürt kanı peşinde değildi, Türklerin genetik yapısını çözmek niyetindeydi. Hayata farklı yerinden bakan birisi i-çin bu pekte önem arz etmez tabiî ki.
Samimi ve gerçekçi genetik araştırmalar bir yana tarihe doğru düzgün bir şekilde bakıldığında Anadolu coğrafyasının ne kadar fazla Türk’e sahip olduğu açıkça ortaya konmaktadır.
Bir de şöyle bir saçmalık var. Nedense hep Türkler melezleşiyor, anlattıklarına göre. Kültürü ve dillerini, yaşam tarzlarını kaybeden ve Türkler içinde eriyen o saydıkları gruplardan hiç bahsetmiyorlar. Oysa Türkler Anadolu’da yüz çadırlık bir millet değildir
Irkların oluşumunda karanlık çağ bilinmediği için saf bir ırk anlayışı gütmek çok yanlış olur. Bir Türkçü, Türk ırkçısı olarak söylüyorum bunu, çünkü bizler her zaman saf ırk aramakla suçlanmışızdır. Irklar oluşurken belli bir zamandan sonra iç evliliklerle genetik sabitlik kazanılmıştır. Bundan sonra toplum bir ırk olarak neslini devam ettirmiştir. Çünkü genetik sabitlik sonucu hem dış görünüşleri hem de yaşayış biçimleri, kültürleri, dilleri ve besledikleri ortak duyguları aynı olan topluluklar ırk oluşumunu tamamlamışlardır. Ve de Türkler de bir Türk ırkının torunudurlar. Hem soyca hem kültürce hem de yaşayış biçimlerince bir Türk ırkı tarihte varolmuştur. Bugünkü Anadolu’da yaşayan insanların baskın çoğunluğunu oluşturanlarda bu soyun torunlarıdır.
Diyorlar ki sürekli göçebe olduklarından ırki yapıları bozulmuştur. Neden? Çünkü kız alıp vermeler sonucu soy karışıma uğramıştır. İşte gerçek böyle değil bir kere. Çünkü o dönem ki Türklerin yaşayış tarzlarından törelerine kadar bakarsanız Türkler önüne gelene kız vermemiştir. Hemde öyle kolay değildir bir yabancıya kız vermek. En yakından Anadolu’da sırf mezhep farklılığı yüzünden dışarı kız vermemiş olan Türkmenleri düşünürsek bize canlı tarih olur.
Irki bozulmaların toplumlarda olması çok muhtemeldir. Fakat aşırı bir şekilde olmayan bu bozulma Anadolu’da baskın bir biçimde etkili olan Türk soyu içinde eriyecektir.
Genetik olarakta bu böyle. Ama anlayacakları dilde basitleştirirsem olayı düşünün ki bir bardak su. Suya bir kaşık şeker attınız üzerine de bir kaşık tuz ilave ettiniz durum eşitlendi değil mi? Peki bir kaşık daha şeker atarsak ne olur? Şeker oranı artar. Bir kaşık şeker daha peki? Daha da artar. Tuz değişmez içinde aynı miktarda vardır yinede. Fakat o bir bardak su şekerli su olur. Ve baskın olan şeker hâkimdir.
Tabii ki olaya genetik açıdan yaklaştığınızda olay bu kadar basit değil ama hemen hemen gerçeği yansıtan örnek.
Türkiye’de yaşayanları soy şüphesine düşürmek ve milli duyguları hümanizm altında köreltmek Türklüğe ihanettir. Milli olan her şeyin yıkılması toplumun yıkılmasıdır.
Türkiye’nin dört bir yanında yaşamlarını sürdüren Türklerden binlerinin elbette ki haberi var, var ki böyle sinsi ve hileli oyunlarla Türk milleti uyutulmaya ve yok edilmeye çalışılıyor. Türk dilinin, Türk kültürünün yabancı özentisi ile yozlaştırılıp yok edilmesi ve Türk soyuna uygulanan gizli soykırım, gerçeği açıkça gözler önüne sermektedir.
Burkay Kılavuz


Alıntı: 
1. Doç. Dr. Ümit Sayın
Genç Atsızlar Dergisi Sayı:2/2010
https://issuu.com/mburkaykilavuz/docs/gencatsizlardergisi2